Probable
İngilizce Anlamı: Likely to be true or likely to happen
Türkçe Anlamı: Muhtemel, olası
Örnek
Cümle
The probable cause of his death was heart attack.
Olası ölüm nedeni kalp krizi idi.
Intense
İngilizce Anlamı: Having a very strong effect or felt very strongly
Türkçe Anlamı: Aşırı, şiddetli, ciddi(kimse)
Örnek
Cümle
Intense cold delayed the match yesterday.
Aşırı soğuk dün maçı erteletti.
Preventive
İngilizce Anlamı: Intended to stop something before it happens
Türkçe Anlamı: Önleyici, engelleyici
Örnek
Cümle
The ministry should apply preventive health programs.
Bakanlık, önleyici sağlık programları uygulamalı.
Occasional
İngilizce Anlamı: Not happening or done often or regularly
Türkçe Anlamı: Arasıra, nadiren olan
Örnek
Cümle
I play the occasional game of basketball.
Arasıra basketbol oynarım.
Excess
İngilizce Anlamı: Extra
Türkçe Anlamı: Ek, fazla, ekstra
Örnek
Cümle
You should cut excess fat from the meat.
Etteki fazla yağı almalısın.
Together
İngilizce Anlamı: With each other
Türkçe Anlamı: Beraber, birlikte
Örnek
Cümle
Theyve decided to spend holiday together.
Tatili birlikte geçirme kararı aldılar.
Readily
İngilizce Anlamı: Quickly, immediately, willingly or without any problem
Türkçe Anlamı: Canı gönülden, hemen, derhal
Örnek
Cümle
He readily agreed to come.
Gelmeyi canı gönülden kabul etti.
Exactly
İngilizce Anlamı: Used to emphasize that a number, amount, or piece of information is or should be completely correct in every detail
Türkçe Anlamı: Tamamen, tamı tamına
Örnek
Cümle
The journey will take exactly four hours.
Gezi tam dört saat sürecek.
Fairly
İngilizce Anlamı: If you do something fairly, you do it in a way which is right and reasonable and treats people equally
Türkçe Anlamı: Adil bir şekilde, dosdoğru
Örnek
Cümle
The election will be carried out fairly.
Seçim adil bir şekilde yapılacak.
Well
İngilizce Anlamı: In a successful or satisfactory way
Türkçe Anlamı: Çok iyi, hayli
Örnek
Cümle
She can speak French very well.
Çok iyi Fransızca konuşabiliyor.
Prescribe
İngilizce Anlamı: To tell someone what they must have or do; to give something as a rule
Türkçe Anlamı: Reçete yazmak, öngörmek, kural koymak
Örnek
Cümle
The law prescribes that all children must go to primary school.
Yasa tüm çocukların ilkokula gitmesini öngörüyor.
Confirm
İngilizce Anlamı: To show that something is definitely true, especially by providing more proof
Türkçe Anlamı: Onaylamak, doğrulamak, tasdik etmek
Örnek
Cümle
New evidence has confirmed that he was killed by his brother.
Bulunan yeni kanıt, kardeşi tarafından öldürüldüğünü doğruladı.
Disturb
İngilizce Anlamı: To make someone feel worried or upset
Türkçe Anlamı: Rahatsız etmek
Örnek
Cümle
Some scenes are violent and may disturb children.
Bazı sahneler şiddet içerikli ve çocukları rahatsız edebilir.
Regret
İngilizce Anlamı: A feeling of sadness about something sad or wrong or about a mistake that you have made, and a wish that it could have been different and better
Türkçe Anlamı: Pişman olmak
Örnek
Cümle
I left school at 16 but I dont regret.
16 yaşında okulu bıraktım ama pişman değilim.
Deduce
İngilizce Anlamı: To reach an answer or a decision by thinking carefully about the known facts
Türkçe Anlamı: Anlamak, çıkarım yapmak
Örnek
Cümle
What can you deduce from this passage?
Bu parçadan ne çıkarım yapabilirsin?
Deficit
İngilizce Anlamı: The difference between the amount of something that you have and the higher amount that you need
Türkçe Anlamı: Hesap açığı, eksiklik
Örnek
Cümle
The UKs deficit in manufactured goods fell slightly in the last five months.
İngilterenin sanayi ürünlerindeki açığı son beş aydır az miktarda düşüyor.
Restriction
İngilizce Anlamı: A rule or law that limits or controls what people can do
Türkçe Anlamı: Kısıtlama, sınırlama
Örnek
Cümle
You should obey 50 mph speed restriction on this road.
Bu yolda 50km hız sınırlamasına uymalısın.
Rate
İngilizce Anlamı: The speed at which something happens or changes, or the amount or number of times it happens or changes in a particular period
Türkçe Anlamı: Oran
Örnek
Cümle
There is a rapid increase in the divorce rate.
Boşanma oranında hızlı bir artış var.
Allocation
İngilizce Anlamı: The amount or share of something that has been allocated for a particular purpose
Türkçe Anlamı: Hisse, pay
Örnek
Cümle
The commission will analyze the allocation of funds to universities.
Komisyon, üniversitelerin fon paylarını inceleyecek.
Asset
İngilizce Anlamı: A useful or valuable quality, skill or person
Türkçe Anlamı: Değerli şey, varlık
Örnek
Cümle
His eyes are his best asset.
Gözleri en değerli varlığı.
Reluctant
İngilizce Anlamı: Unwilling
Türkçe Anlamı: İsteksiz, gönülsüz
Örnek
Cümle
She persuaded her reluctant brother to take a trip to Madrid with her.
İsteksiz kardeşini kendisiyle Madrid gezisine çıkmaya ikna etti.
Emotional
İngilizce Anlamı: Relating to your feelings or how you control them
Türkçe Anlamı: Dokunaklı, duygusal
Örnek
Cümle
Emotional development is an important part of child development.
Duygusal gelişim, çocuk gelişiminin önemli bir parçasıdır.
Relentless
İngilizce Anlamı: Continuing in a severe or extreme way
Türkçe Anlamı: Acımasız, insafsız, sonu gelmeyen
Örnek
Cümle
The relentless crying of a small baby drove me crazy.
Bebeğin sürekli ağlaması beni deli etti.
Crucial
İngilizce Anlamı: Extremely important or necessary
Türkçe Anlamı: Çok önemli, elzem
Örnek
Cümle
Her participation has been crucial to the projects success.
Onun katılımı projenin başarısı için çok önemli.
Resentful
İngilizce Anlamı: Feeling angry because you have been forced to accept someone or something that you do not like
Türkçe Anlamı: Dargın, alınmış, küsmüş
Örnek
Cümle
She felt resentful at not being invited to party.
Partiye çağrılmadığı için darıldı.