KIRMIZI BALONLAR
Lundy, kendi kendine, gücünün üstünde zorlandığını düşünüyordu. Aslında, daha önce eline böyle bir fırsat geçmediği için, gerçek anlamda hiç bu kadar çalışmamıştı. Kalan son çekinden bir kupon kesmek için, yeni taşındığı fakir ve döküntü bir muhitte bulunan banka şubesine gitti. Kalan bu son çekten önce sahip olduğu bütün gayri menkulünü ve parasını, bu işi bırakıp Florida’da yaşamak maksadıyla, daha çok kazanmak için yatırdığı borsada kaybetmişti.
Şahsi güvenlik kasasını alarak, insanların kasalarını rahatça açabilmeleri, kupon kesebilmeleri, para ve değerli eşya koyabilmeleri veya alabilmeleri ve bu işi yaparken yalnız kalabilmelerini sağlayan kabinlerden birine girdi. Kabinden, az önce bir çok mücevheri olan şişmanca bir kadın, içeride yırtık kağıt parçaları bırakarak çıkmıştı.
Durumdan oldukça rahatsız olan Lundy kabine girdi ve yırtık kağıt parçalarını kenara itti ve o sırada, şişman kadın tarafından düşürüldüğü açıkça belli olan parayla dolu zarfı gördü. Son zamanlarda, şehirde bir bankanın batması çok korkutmuştu. Şişman kadın da, bu korkudan dolayı, banka hesabını nakide çevirip, şahsi güvenlik kasasına saklama eğiliminde olan birine benziyordu. Lundy, bayanı geri çağırmak için kapıyı yarı araladı ve onu bankadan çıkarken gördü. Süratle kabinin kapısını kapattı ve Parayı saydı. Neredeyse otuz bin dolar vardı. Bu para, bir insanın kalan bütün hayatını Florida’da geçirmesine yetecek bir miktardı.
Zarfı çaktırmadan ceketinin iç cebine koydu.
Bankadan çıktı ve caddenin karşısında yüksek demir çitlerle çevrili küçük parka gitti. Park, Lundy’nin bildiği kadarıyla özel bir parktı ve daha önce bu arazide yaşamış eski ailelerin mülküydü. Geceleri kapıları kilitlenirdi ve bir bekçi onu korurdu. Gündüzleri herkese açıktı. Kış rüzgarında titreyerek bir banka
oturdu ama cebindeki zarf ona, sıcacık bir parça maden gibi geliyordu.
Yürürken, ne kadar aptalca davrandığını düşündü. Zarfı aldığı zaman, kadın tekrar kupon kesmek için bankaya gelinceye kadar, yani hemen hemen bir ay boyunca paranın kaybolduğunun farkına varılamayacağını düşünmüştü. Ama kadın bütün parasını kasasında saklıyorsa, yarın, hatta bugün öğleden sonra bankaya gelip, paranın kaybolduğunu farkedebilirdi. Banka görevlileri de Lundy’nin kasası ile birlikte, şişman kadından sonra, onun çıktığı kabine girdiğini hatırlayabilirlerdi. Eğer hemen işini bırakıp Florida’ya giderse hata ederdi. Ama bu akşam veya yarın sorgulanabilir ve evi aranabilirdi. Parayı nereye saklayabilirdi?
Boğazının kuruduğunu hissetti ve parkın ortasında gördüğü çeşmeye doğru ilerlemeye başladı. Ne yapacağına karar veremez bir halde, çeşmeye ve onun uzun taban taşına bakıyordu. Birden gözleri kısıldı. Tabandaki taşın bir tarafında, bir elin rahatlıkla girebileceği genişlikte ve yeterince derin bir yarık olduğunu farketti. Yarığın içi karanlıktı ve hiç kimsenin aklına burada bir şey aramak gelmezdi ve hiç kimse burada bir şey olduğunu göremezdi. Buraya herhangi bir şey saklasanız, daha sonra istediğiniz zaman gelip alabilirdiniz.
Lundy, çeşmenin hemen önüne diz çöktü. Oradan geçip, onu gören birisi, sadece çökmüş ve ayakkabılarını bağlayan, düğmeleri iliklenmemiş bir parka giyen bir adam görecekti. Gittiğinde zarf cebinde bir sıcak metal gibi değildi. Yavaşça para dolu zarfı cebinden çıkarıp, çeşmenin altında bulduğu boşluğa sakladı.
O gece, Polis merkezinden iki dedektif, Lundy’yi görmeye ve sorgulamaya geldi. Lundy onları güler yüzle karşıladı.
“Evet, evet” dedi. “Benden önce kabinde şişman bir bayan vardı. Kabinden, yırtık kağıt parçaları bırakarak çıktı. Ben de o kağıt parçalarını çöp sepetine attım. Çöp sepetine bakın. Muhtemelen, parayı orada bulursunuz.
Hayır; eğer sizi rahatlatacaksa evin her yerini arayabilirsiniz..”
Sonra, sanki biraz fazla abarttığını düşündü. Dedektifler inanmış şekilde evden ayrıldılar ama Lundy, hala kendisini güvende hissetmiyordu. Parayı, bir süre sakladığı yerde bırakması iyi olurdu. Nasıl olsa, parayı onun sakladığı yerde kimse bulamazdı. Gece, parayı bıraktığı yerden alma şansı yoktu. Çünkü, park kilitliydi ve bir de güvenlik görevlisi vardı. Bir gün gündüz vakti, etrafta kimsecikler yokken, çeşmenin öününde ayakkabısını bağlıyormuş gibi eğilecek ve…
Ertesi sabah parka girdiğinde çeşmenin üzerinde kırmızı bir bulut gördü. Kırmızı bir tehlike uyarısı… Lundy, önce çok sinirlendi. Ancak, bu kırmızılığın sebebinin yaşlı bir adamın elindeki bir grup balon olduğunu gördü. Lundy, o çevrede geçirdiği üç hafta boyunca bu parkta hiç kimsenin balon sattığını görmemişti. Bu parkta balon satmak o kadar karlı bir iş olamazdı ve yaşlı adam nasıl olsa yakında giderdi. Akşam üstü tekrar parka geldiğinde, yaşlı adamın hala çeşmenin dibinde olduğunu gördü.
Lundy, adama bakarak yanından geçti. Oldukça yaşlı birisiydi ama kuvvetli görünüyordu. Yaşlı bir balon satıcısı kılığında genç bir adam olabilirdi. Lundy’yi takip etmek için görevlendirilmiş bir dedektif olabilirdi. Lundy eve döndüğünde titriyordu. Kimse parayı koyarken onu görmüş olamazdı. Ancak para kazara da olsa bulunmuş olabilirdi. Polis de, hırsızın parayı koyduğu yerden almak için tekrar geleceğini düşünerek, birisini gözetlemesi için bırakmış olabilirdi. Peki, onu tuzağa düşürmek için parayı yerinde bırakmış olabilirler miydi?
Ertesi sabah balon satıcısı hala oradaydı. Lundy bankaya giderek kendisini riske atacak bir soru sordu. Banka müdürünün, soruya cevabı olumsuzdu. Para bulunamamıştı ama bulacaklarını umuyordu. Lundy, banka müdürünün kendisinden şüphelendiğini hissetti.
Lundy, o akşam geçerken, balon satıcısı ile konuştu:
“Geç saatlere kadar çalışıyorsunuz, işler iyi olsa gerek” dedi.
“Hayır, çok iyi değil ama her gece kapılar kapanıncaya ve bekçi gelinceye kadar buralarda duruyorum” diye karşılık verdi balon satıcısı.
Çeşmenin, hiç kimse tarafından görülmediği, bir an bile yoktu. Her an balon satıcısı tarafından görülüyordu. O gece Lundy’nin uyuyamadığı ilk geceydi. Ertesi sabah kırmızı bulut hala orada, hazinesinin başında duruyordu.
Aslında, eğer işler kötüyse, balon satıcısı yakında buradan ayrılıp, başka bir yere gitmek zorunda kalacaktı. Lundy, günlerce bekledi ve her gün kırmızı tehlike işaretini orada gördü. Bu duruma dayanamadı. Daha önce bu civarda hiç görmediği bir balon satıcısının, sürekli burada beklediğine göre, gerçek bir balon satıcısı olamazdı. Eğer polis, parayı orada bırakmışsa hala bir şansı vardı. Üniformalı polisler buraya pek gelmezlerdi. Etrafta hiç kimse yokken, balon satıcısına saldırıp onu yere yıkar, parayı alır ve birileri gelmeden kaçabilirdi.
Lundy, uygun fırsatı kolladı. Yaşlı adamı tek kaldığı bir anda, balon alıyormuş gibi yaparak ona doğru yürüdü. Adamın doğruca çenesine, sert bir yumruk attı. Yaşlı adam yere düştü ve sersemledi. Lundy, hemen diz üstü çökerek çeşmenin tabanındaki yarığa doğru elini uzattı.
Bu arada, yere düşen yaşlı adamın elinden kurtulan balonlar gökyüzüne doğru yükseldi. Parktaki ve caddedeki insanlar tarafından rahatlıkla görülebilecek bir düzine tehlike işareti Lundy için büyük tehlike oluşturacaktı. Lundy, parayı cebine koyup ayağa kalkarken dönüp bir polis ile göz göze geldi. Sakin yürümeye çalışırken karşısına başka bir polis çıktı.
“Bak hele!” diye bağırdı polis. “Yaşlı Joe’nun nesi var?”
“Bilmiyorum, ben bir şey yapmadım” dedi Lundy. Fakat yaşlı balon satıcısı kendine gelmiş ve olup biteni anlatmaya başlamıştı bile. Polis, sertçe Lundy’ye doğru dönerek, kızgın bir tavırla sordu:
“Hastaneden daha yeni çıkmış bir yaşlı bir adama ne diye vuruyorsun?”
Lundy şaşırdı: “Hastaneden yeni çıkmış mı?” diye sordu
“Elbette. Joe bir aydır hastaydı. Bir ay boyunca mekanı olan bu çeşmenin yanının boş olduğunu farketmedin mi? Yirmi yıldır ilk defa yerinden ayrılmıştı…”
“Hey sen! Elini hemen cebinden çıkar! Silah değil, değil mi? Sadece kağıt mı cabindeki? Neyse benimle merkeze kadar gelip onları komsere bir göster bakalım.”