Dil öğrenmenin birinci şartı o ülkeye gitmek, kültürünü sindirmek falan değildir. Londra’da dönercilik, New York’ta pompacılık yaparak sürüneceğine adam ol, Türkiye’de öğren bu işi. Sonra fırsatın olursa gidersin ve cila yaparsın.
İngilizce öğrenmek için sabah kızarmış ekmeğe marmelat sürmen, corn flakes yemen falan gerekmez. Menemenden vazgeçmeden İngilizce öğrenebilirsin.
Elbette dil öğrenen bir kişi kültürel farklılıkları öğrenmek zorundadır. Ama bunun için ayrıca bir uğraş gerekmez. Yani üniversitelerin yabancı dil bölümlerine “dilin kültürü” falan gibi bir departman açmaya gerek yok. Dili öğreniyorsan, bir şekilde zaten kültürüne de öğrenirsin.
Yıllar önce televizyonda bir film seyrediyordum. Polisiye bir filmdi galiba. Birden başroldeki abi şöyle bir cümle kurdu; “Bu cinayetteki şişman kadını bulmamız lazım.” Oyunculara baktım, bütün aktrisler gayet zayıf. Şişman kadın olayını anlayamadım. Sonra jeton düştü. İngilizce’de, “It’s not over until the fat lady sings,” diye bir deyim var. Yani, “Şişman kadın söylemeden bitti sanma.” Burada işin işine kültür giriyor. Özellikle de deyimlerde ve atasözlerinde ortaya çıkan bir durum. Televizyondaki filmi çeviren arkadaş dilin kültürüne hâkim olmadığı için veya tembellik yapıp deyimi araştırmadığı için küt diye yazmış cümleyi. Hâlbuki bu atasözü veya deyim şu demek. Operada en son sahneye kim çıkar? Sesi en güçlü olanlar… Operada sesi en güçlü olanlar da, diyaframı en geniş olanlardır. Diyaframın genişliği de beden ölçüsüyle bağlantılı biliyorsun. Bu yüzden operalarda sahneye en son sesi en güçlü olanlar, yani diyaframı en güçlü olanlar çıkıyor. Öyleyse bu atasözündeki şişman kadın, en son kişi anlamında falan kullanılıyor. Filmin çevirisinin şöyle olması lazımdı. “Bu cinayetteki son kişi kim?” veya “Bu cinayette en son kimin parmağı var.” Bizde bu atasözünün karşılığı “Dereyi görmeden paçaları sıvama” falan olabilir. Adamlarda opera kültürü var, biz de her yer bağ bahçe olunca atasözleri bu şekilde değişiyor.
Her dil, konuşulduğu toplumun kültürünü yansıtır ister istemez. Mesela Türkiye’de başına bir iş gelen kadın camı açıp “Komşular, yetişin!” diye bağırır. Ama bir İngilizce camı açıp ya, “Polis” diye bağırır, ya da “İmdat” der. Çünkü komşuluk Türkiye’de olduğu kadar gelişmemiştir.
Akrabalık ilişkileri de benzer şekilde çok farklı. Aunt, uncle kelimelerini biliyorsun. Hala, teyze, yenge hepsini bir kelimeye sığdırmış adamlar. Çünkü akrabalık ilişkileri bizde olduğu kadar gelişmemiş. Bruce Willis’i bir filmde şöyle bir cümle söylerken hayal edebilir misin? “Hey Jack! Sen benim kayınbiraderi al ve hemen eve git. Ben de bacanağı kurtarıp oraya geleceğim.”
Türkiye’de de son zamanlarda garip bir şey dikkatimi çekiyor. İnsanlar artık dayıoğlu, amcaoğlu, kayınbirader, elti gibi kelimeleri kullanmaya çekiniyorlar gibi. Mesela çok zengin veya sosyetik bir kişinin bu kelimeleri kullanmaktan çekindiğini fark ediyorum. Bu da toplum olarak yaşadığımız kompleksin bir belirtisi. Ama kuzen kelimesinde problem yok dikkat edersen. Niye? Çünkü kuzen Hollywood filmlerinde sıkça geçiyor. Ama dayıoğlu dediğinde amele gibi görünüyorsun. Veya öyle zannediyorlar.
Mesela, “Dün akşam eltimle golf oynadık” veya “Yarın kayınbiraderle sushi yemeye gideceğiz,” cümleleri komik geliyor. Ama asıl komik olan, bu cümlelerin komik gelmesi. Yani eltiyle yaprak sarması yapılıyor ama golf oynanamıyor. Ama kuzenle golf da oynarsın, kriket de, problem yok. Gerçekten çok ilginç!
Anlıyorum Ama Konuşamıyorum, e-Beveyn Olmak, Şimdi Gözlerini Açabilirsin kitaplarının yazarı.