Son Veda
Oxford Caddesi boyunca yürüyorlardı. Ve şimdi Greg’in eli onun kolunun üstünde, durdular,.
“İşte burası” dedi. “Düşündüm de, hoşuna gidecek şeyi buradan alabilirsin buradan.”
Helen başıyla onayladı, ama vitrinden içeri bakarken gözlerinde yaş vardı. Yeni şapka onun fikriydi, kendinin değil.
“Şu siyah olana ne dersin?” diye eliyle gösterdi. “Elbisenle iyi giderdi.”
Kadının dudakları titredi. Onun hakkında bu kadar çok sevdiği yanlarından biri de, kendisinin ne giydiğine gösterdiği gerçekten samimi ilgisiydi. Her ne kadar aslında artık genç olmadığını bilsen de, bu kendini genç ve sevilen biri gibi hissettmeni sağlardı.
“Evet. Evet, iyi giderdi, değil mi?” Özenle onun gözleriyle buluşmaktan kaçındı, çünkü kendi gözlerinde onun görmemesini gerektirecek çok şeyler vardı.
Dükkana girdiler. Bir tezgahtar belirdi yanlarında hizmet etmek için.
Helen şapkayı tarif etti. Vitrinde duruyordu.
Şu anda dükkana hiç gelmemiş olmayı diledi. Ama Greg ısrar etmişti. Ona bir şey vermek istemişti. Bir ayrılık hediyesi demişti adına.
Gülümsüyordu şimdi üzgün olmayan, dertsiz gözlerle. Bu da Helen’i şaşırttı. Ve ama neden diye sordu kendine ? Şapkayı tezgahtardan alıp ve mavi-gri saçlarının üzerine yerleştirdiği anda;
Her zaman modern olmaya çalışmıştı ve modernliğin bir parçası da gelişen olayları, geldikleri zaman ve şartlarda cesurca karşılamaktı.
Zihni bir an eskilere gitti. Ve şapka dükkanındaki aynada kendini, terziye diktirilmiş siyah bir takım elbise içindeki biri olarak değilde, bir gelin olarak gördü. Greg’in kollarında gülümseyen ve mutluluktan uçan. Herkes öyle göründüğünü söylemişti. Bunu hiç aklına getirmemiş, hiç umursamamıştı. Şimdiye kadar öylesine bütünüyle ve kör bir şekilde mutlu olmuştu ki…
Beş dakika sonra tekrar dışarıda, güneş ışığıyla parlayan caddedeydiler ve Greg, saatine baktıktan sonra, çay içme teklifinde bulundu.
“Bir yer biliyorum_” Gözlerinde, Helen’in anlayamadığı bir heyecan ifadesi vardı. “Orayı seveceksin.”
Bu Oxford Caddesi’nden uzak yan caddelerden birinde küçük, oldukça sıradan bir kafeydi. İkisi için de sipariş verdi, ve sonra geriye yaslandı.
Konuşmadı, ama eli masanın üzerinden uzanıp Helen’in ellerini tuttu.
“Lütfen, Tanrım, ağlamama izin verme,” diye yalvardı Helen. “Şimdi olmasın. Benimle birlikte olduğu süre boyunca değil.”
Çaylar geldi. Bir Fincanı çabucak içti, kendine bir sigara yaktı, ve şöyle dedi:
“O evde tek başına kalmak istediğinden tamamen emin misin? Demek istediğim- yani, bütün bu olanlar hakkında kendimi oldukça kötü hissediyorum, ve eğer yapabileceğim bir şey varsa_”
Bir şey vardı, ama bunu teklif etmek histerik bir zayıflık olurdu. Başını iki yana salladı. Onun hiç bir pişmanlık ya da vicdan azabı duymasını istemiyordu. Yıllardır ona sahip olmak bile çok güzeldi.
“Hayır, gerçekten, dedi Helen. “Yakında düzelir.”
Ama o halen tatmin olmuş görünmüyordu.
“Bahsetmek istediğim başka bir şey var,” dedi. "Daha önce bunun hakkında hiç bir şey söylemedim çünkü biliyorum- yani, bu tür konularda ne kadar duyarlı olduğunu-” Konuşmasını birden kesti ve sonra aceleyle devam etti, gözlerini ondan kaçırarak. “Konu para. Bankayla ilgili düzenlemeleri yaptım…”
Hemen yanaklarına renk geldi. Bu hiç de sahte bir gurur nedeniyle değildi. Eğer sana destek olacak kimsen yoksa; gurur konusu yapmayacağın bir lüx sayılırdı. Ama-
“Ah, Greg, yapmamalıdın,” dedi utanarak.
O buna aldırmadı bile. Neredeyse sinirli şekilde.
“Neden olmasın? Bu yapmak istediğim bir şey. Ve Sandra-” Kızın ismini söyledi- “O da aynı fikirde. Geçen gece bu konu hakkında konuşuyorduk.”
Sandra…. Biz…. Ne kadar da kolay ve samimi bir ifadeyle konuştu onun hakkında, diye düşündü Helen acı içinde. Ve iki ay önce henüz tanışmamışlardı bile. İki ay…. Gerçekten de, şu iş gezisi için Londra’ya gitmiş olması gerçekten bu kadar mıydı?
O döndükten sonra elbette farketmişti bir şeyler olduğunu, her ne kadar o zamanlar gerçekten bir kelime bile etmediyse de. Bir çeşit derinden gelen kadın içgüdüsü, kendisine artık tamamen sahip olmadığı ve onu bir başkasıyla paylaşıyor olduğu hususunda onu uyarmıştı
Bir kız. Genç, canlı ve sevimli. Hayalindeki resim, onu bir panik duygusuyla doldurdu. Greg ise işini daha iyi bir işle değiştirmişti ve yaşamak için Londra’da gitmişti. Bir ay boyunca onu görmemişti. Ve kızı da daha önce hiç görmemişti.
Sandra… Reklamcılık işinde çalıştığını söylemişti kendisine. Ve çok da zeki olduğunu. Ama bu Helen için önemli değildi. Birini tüm kalbinizle sevdiğinizde, bu sevdiğiniz kişiyi, uğruna kaybediyor olduğunuz daha genç insanın zekiliğini asla umursamazdınız.
Gerçekten güzel miydi? Senin uğraşmış olduğun kadar onu mutlu etmek için uğraşır mıydı?
Ama Sandra,… İsminin belirgin bir kalitesi vardı. Bunun gibi bir ismi olan bir kızın böyle- Helen’in gözleri, kafeye yeni girmiş ve kararsızca etrafına bakınmakta olan bir kıza takıldı- mesela böyle biri olabileceğini hayal bile edemezdiniz.
Sonra kız döndü. Kalbinizi yakalayan, utangaç ve sevimli çekiciliğiyle güzel bir kızdı. Helen kızın bakındığını görünce bilinçsizce bakakalmıştı. Ve sonra Greg’in ayağa kalktığını görünce şaşkınlıktan gözleri daha da açıldı. Kız onların masasına doğru hızla yaklaşıyordu.
“Demek buraya gelebildin, sevgilim!” diyen Greg’in sesini duydu; ve sonra Greg dönmüş, kendisine gülümseyerek bakıyordu. “Küçük bir süpriz,” dedi Greg. “Anne, bu Sandra. Yarının mutlu gelini